Romantik Prag Gezi Rehberi

Şimdiye kadar gezdiğim yerler içerisinde ilk defa ben burda yaşarım dediğim şehir Prag 🙂 Elbette herkes için fark eder nasıl bir ülkede yaşamak istediği ama Prag’ın dünyanın en güzel ve en romantik şehirlerinden biri olduğu konusunda hemfikir olacağımızdan eminim.

Prag’a mayıs ayında gittim ben. Canımın içi kardeşim Brno’da Erasmus’taydı. Brno’da iki gün geçirip Prag’a geçtik. Brno gezisi detaylarını çok yakında blogumuzdan okuyabilirsiniz. Prag’da gittiğimiz kafe ve restoranlara da üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Nerde Kalmalı:

Biz hem her yere yürüyüş mesafesinde olsun, hem Prag dokusunu hissedebilelim istediğimiz için old town çevresinde kalmak istiyorduk. Eğer daha dışarıda bir yerde kalmak isterseniz, toplu taşıma oldukça yeterli. Biz bütçemizi de çok aşmamak için Belediye Binası’nın hemen yanında Hotel Waldstein’de geceliği 65 Euro’ya kaldık. Kahvaltısından ve özellikle konumundan çok memnun kaldık. Odalar biraz küçük ancak temiz ve rahat. Iç avlusu ise dünya tatlısı.

Nereleri Gezmeli:

Nereleri gezelim kısmına geçmeden önce size çok severek kullandığımız bir uygulamadan bahsetmek istiyorum; Citymaps2go. Prag’da sadece bu uygulamayı kullanarak gezdik.

Ilk gün Wallenstein Palace- Wallenstein garden- Prag Kalesi- Altın Yol-Kampa Park-Mala Strana ve John Lennon Wall ‘u gezdik.

Wallenstein Sarayı ve bahçeleri: Otelimize çok yakın olduğu için güzel Prag’ı gezmeye buradan başladık. Saray hemen hemen her yerde olduğu gibi Barok mimariye sahip. Senato burada toplanıyor. Bizi cezbeden kısmı ise inanılmaz güzel bahçesi ve bahçesindeki hayvanları. Bahçenin duvarları gizemli duvar olarak geçiyor çünkü rastgele gibi görünen duvar desenleri içinde hayvan kafaları ya da size bakan gözler görebiliyorsunuz. Ayrıca bu duvarlarda gizli bir geçit olduğu söyleniyor ancak henüz bulunan bir şey yokmuş. Burada biz çok eğlendik çünkü ben hem çok sakarım hem de kendimi komik durumlara düşürmek gibi üstün bir yeteneğe sahibim. Aaaa balık, aaaa baykuş derken kafesleri geçip yolun sonuna gelmişim derken değişik bir ses duydum. Arkamı dönünce ne göreyim, kocaman bir tavuskuşu. Aaa ne güzel deyip fotoğrafını çektim. Fakat tavuskuşu durmuyor. Tüylerini açılmış bana doğru yürüyor. Arkam duvar önüm tavuskuşu. Kaldım mı orda. Şuan çok saçma geliyor ama ya saldırırsa filan diye deli gibi korkuyorum orda. Burda kardeşten beklentiniz cesaret vermek filanken, benimki yerlere yatmış gülmekten. Ben korkudan geri geri yürüyorum. Tam bitti artık derken Japon turistler geldi, dikkatini dağıttılar da ben de yengeç gibi yan yan geçerek kaçtım. Sonra bütün gün ‘cici kuş’ diye dolaştık. Şimdi anlatınca komik ama içindeyken resmen kabus. Haliyle en çok tavuskuşlarından ve koi balıklarından etkilendik 😛

Prag Kalesi: Bizce Prag’ın en güzel yeri kale ve çevresi. Kaldığımız üç günde de geldiğimiz bir yer oldu kale. Kale’ye iki yoldan çıkılıyor. Birincisi kale yolu. Ikincisi de feniküler. Detaylar için gün 3’e bakabilirsiniz. Kale oldukça büyük, o yüzden eğer katedralleri de gezecekseniz önerimiz 3-4 saat ayırmanız yönünde. Katedral ve mezarlık bizim severek gezdiğimiz yerler. Dvorak’ın da gömüldüğü mezarlık hiç de korkutucu değil ve mezar taşları oldukça enteresan. En son gezdiğim mezarlık Paris’teki Pere Lachaise’di, onunla yarışıyor. Kalenin bir de bahçesi var. Buradan manzara inanılmaz güzel. Vlata nehrinin üzerinden Prag’ı görüyorsunuz. Bu manzaraya karşı oturalım güzel bir kahve içelim derseniz bahçe içerisinde minik bir cafe var. Bildiğim kahveci olsun derseniz, Starbucks’ın da View Point’i var kalenin hemen çıkışında. Herkes fotoğrafları Starbucks girişinde çekiyor ama eğer aşağı inip bir kahve alırsanız fotoğraflardaki manzarayı sakin bir ortamda çekebilir, manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Kahve yetmez yemek lazım derseniz, kale içerisinde bir restoran var ama kapanış saatlerine dikkat. Rengincim bize söyle özel bir yer söyle derseniz, size çok güvenilir kaynaklardan aldığım ve saatler geçirdiğimiz Bella Vista’yı önerebilirim. Detaylarına  yakında Prag- En iyi restoran ve cafeler yazımızdan ulaşabilirsiniz. Kaledeki en büyük pişmanlığımız ise birkaç dakika ile kaçırmış olduğumuz Mozart’ın da eserlerinin dahil olduğu bir klasik müzik konseriydi. Bu pişmanlığımız bizi ikinci gün Prag’da geçirdiğimiz en güzel anlardan birine götürecekti.

Altın Yol:  Prag kalesi içerisinde biletler girilen ayrı bir sokak. Adını 19.yy’da yaşanan bir olaydan alıyor altın yol. Simyacı Uhle hayatını belli metalleri altına çevirmeye çalışarak ve gençlik iksirini bulmaya çalışarak harcıyor. Bir gün evinden bir patlama sesi geliyor. Yangını söndürüp evine girdiklerinde Uhle’yi elinde daha sonra altın olduğu tespit edilecek olan sarı bir taşla buluyorlar. Olay gizemini hala sürdürmekte.

Altın yolda küçük rengarenk evler yolun iki tarafında sıralı. Çoğunluğu hediye dükkanı olarak kullanılıyor. Kafka’nın evi 22 numaralı mavi ev. Kitapları satılıyor eğer uğrarsanız. Benim gibi iyi bir Kafka okuruysanız size çok güzel bir ipucumuz var. Kafka’nın bu evde yazdığı ‘Dönüşüm’ kitabını satın alabilir, kasada talep ederseniz bu evden alındığını gösteren bir damgayla damgalatabilirsiniz. Altın yol icerisinde bu evlere ek olarak bir de Beyaz Kule ile Delibor Kulesi bulunuyor. Burada  ortaçağ döneminden kalma bir silah ve zırh topluluğu ile ayrıca yaylı atış tüfeklerine sahip olan zırh müzesini de gezebiliyorsunuz. Önemli ipucu; Altın yol’a saat yazın 17:00 ‘dan sonra kışın 16:00’dan sonra ücretsiz olarak girebiliyorsunuz. Bazı dükkanlar kapanmış oluyor ama gerisini ücretsiz olarak gezmiş oluyorsunuz. Sokak saat 23:00’e kadar açık olsa da çok iyi aydınlatılmadığı için hava kararmadan gitmek en mantıklısı.

Mala Strana: Nehrin karşı tarafında kalan tatlı sokakların bulunduğu bölge burası. Gezmekten en çok keyif aldığımız yerlerden ayrıca. Barok mimarinin muhteşem yansıması, minik dükkanlar, küçük kafeler ve benim olsun istediğim binalarıyla dolu olan sokaklarda herhalde en çok ‘burası benim olsun’ dedim. Ayrıca burada meşhur Prag ahşap işleri satan minik dükkanlar bulunuyor. Biz burdan çok tatlı kapı süsleri ve magnetler aldık.

John Lennon Wall: Fotoğraflarda Prag’ı en çok gördüğümüz yer John Lennon Wall, ama John Lennon buraya hiç gelmemiş. Bir zamanlar John Lennon ilhamlı grafitiler ile dolu olan duvar, devamlı değişiyor ve buraya gelen insanların yazdıkları/çizdikleri şeylerle yenileniyor. Bu nokta beni hemen çeken hem de iten nokta oldu aslında. Çok çekici, çünkü bu kadar çok insanı bir araya getiren bir simge olmuş zamanla. Ve genelde yazılanlar hep pozitif ve ilham verici. Aynı zamanda da çok itici çünkü duvar özelliğini, anlamını popüler hale gelerek yitirmiş. Yine de Prag’ı Prag yapan yerlerden diyebilirim. Biz de uğrayıp fotoğrafımızı çektik. Önemli ipucu: Burası yürüme turlarının uğrak noktası olduğu için sabah saatlerinde ya da gün batımına yakın görece daha boş oluyor.

 Ikinci Gün Charles Köprüsü – Old Town Square – Astronomik Saat – Tyn Kilisesi – Eski Yahudi Mahallesi – Kafka Heykeli Franz Kafka Kafası – Dans eden evler – Gezmek istediğimiz kafeler –  Akşam Klementinum’da konser ve sonrasında da en ünlü kokteyl barı

Ikinci günümüz hem büyük hayal kırıklıklarımı hem de Prag’daki en güzel anlarımızı biriktirdiğim gün oldu. Güne Charles köprüsü ile başladık. Önce köprünün ayakları ve çevresini dolaştık. Özellikle kale tarafındaki ayak çok güzel. Minik kafe ve restoranlar, aşk kilitleriyle dolu köprü kenarlıkları ve köprüyü tamamen fotoğraflayabileceğiniz güzel noktalar bulunuyor. Hiç acele etmeden tatlı tatlı gezip köprüdeki daha sonra 30 adet olduğunu öğrendiğimiz heykel ve heykelciklerin önünde istediğimiz kadar durduk. Pek fotoğraf çekemedik ama çok kalabalıktı. Köprü üzerinde dokunulduğunda sizi tekrar Prag’a getirdiğine inanılan bazı kabartmalar var. Hangileri diye bakmanıza gerek yok; solgun renklerinden ve önündeki kalabalıktan anlıyorsunuz zaten. Biz dokunmadık hiç çünkü Prag’a yeniden geleceğiz, biliyoruz.

Rudolfinum: Köprüyü geçince solda kalan Rudolfinum malesef kapalı. Programına bakıyoruz ama bizim orada olduğumuz günlerde bir malesef program yok. Ama önünde bir filmden fırlamış bir kadın dolanıyor. Merak ediyorum ama sormaya da çekiniyorum. Biraz dolanıp aynı yerden geçerken hanımefendinin hala orada olduğunu fark ediyorum. Diyar’a bak eskiden burası böyle görünüyormuş derken bir yandan da düşünüyorum. Ne güzelmiş. Nazik hanımefendinin de izniyle bir fotoğrafını çekip, Prag albümümüze ekliyoruz.

Ve Old Town Square‘e devam ediyoruz. Buraya da gelelim, şuraya da gelelim, burası senin olsun, şurası benim olsun diyerek eski meydana ulaşıyoruz. Meydanın girişinde bizi karşılayan baloncuklara, baloncuklardan yansıyan Tyn Kilisesi’ne o anda aşık oluyorum. Birden dünya çok güzel görünüyor gözüme. Ama her adımda beklentim düşüyor ve hayal kırıklığım artıyor. Aynı şeyleri görmek için gelen binlerce insanın birbirlerini itekleyerek yürümeye çalıştığını düşünün. Biri ayağınıza basıyor, biri omuz atıyor. Önce bir anlam veremiyoruz ama sonradan saatin sesinden saat başı geldiğini, gösterinin başladığını anlıyoruz. Uzaktan en azından sonunu seyretmek için arka kısıma geçmeye çalıyoruz ama hareket etmek namümkün!  Tabi ki gösteriyi kaçırıyoruz.

Ama Saat Kulesi şehri, şehrin içinde yukarıdan görmek için bulunmaz fırsat. Üstelik daracık koridorlarda yüzlerce merdiven tırmanmanıza da gerek yok. Ferah feza bir asansör ile yukarıya çıkabiliyor, şehri panoramik olarak izleyebiliyorsunuz. Tabii, bilet sırasında fenalık geçirip bayılmazsanız! Biz bilet kuyruğunun dört kat devam ettiğini gördüğümüzde vazgeçtik yukarı çıkmaktan. Hem de asansöre rağmen. Ama birinci katta biletimizi internet üzerinden alabileceğimizi söyleyen posteri görünce, merdivenlerin uygun bir yerine oturarak biletimizi aldık. 5 dakika sonra yukardaydık. Sonrası, saf keyif 🙂 Biz 40 dakika kadar kaldık yukarıda. Muhtemelen hiç unutmayacağım anlardan bazılarını burada yaşadım. Güzellik elbette ki göreceli ancak benim gönlümün güzeli, Prag’mış. Önemli ipucu:  Biletinizi internetten alın. Telefonda olması yeterli, telefondaki rezervasyonunuzu gösterdiğinizde size kağıt biletlerden veriyorlar ve çıktı almanıza da gerek yok. E-biletle sıra beklemeden giriyorsunuz. Aynı zamanda, bilet alınan yerde çok güzel hediyelikler var. O kadar güzel kartları, magnetleri başka yerlerde görmedik.

Dönüşte asansör çok geç geldiği için ve bir kere daha saat başı olduğu için merdivenleri kullanarak aşağı indik. Astronomik Saat ve saat başı gösterisi resmen hayal kırıklığı. Bir kere saat çok alçakta ve fotoğraflarda kesinlikle çok daha güzel duruyor. Bu cümleyi bugün içerisinde birden çok kere söyleyecektim. Ayrıca gösteri o kadar yapmacık ve okuduğum kaynaklarda o kadar çok abartılmış ki, altından olsa gümüş saçsa beklentilerimizi karşılayamayacakmış. Görmüş olduk diyoruz ve bir sonraki hayal kırıklığına devam ediyoruz.

Tyn Kilisesi, inanılmaz görkemli. Disney’in sarayı için ilham kaynaklarından biri olduğu söyleniyor. Etrafını dolanıyoruz ve çirkin yeşil tadilat beziyle karşı karşıya kalıyoruz. Acaba diyemeden ‘Tadilat nedeniyle kapalıdır, anlayışınız için teşekkür ederiz’ yazısı günümüze renk katıyor. Çaresiz devam ediyoruz.

Eski Yahudi Mahallesi, bir sonraki durağımız. Sinogoglar her ne kadar dışarıdan çekici görünseler de içlerinde çok sade olduklarını ön araştırmam esnasında okuduğum için sinogoglara girmedik. Ama özel bir ilginiz varsa mutlaka gidin. Eski Yahudi mahallesinde bulunan Kafka Anıtı’na bakıyor, köşedeki büfeden bir sosisli yapıştırıyoruz. Dönen Kafka Kafası Heykeli’ni burada beklemiştik ancak Kafka Anıtı ile Metal Kafka Heykelini karıştırmışız. Gerçek heykeli bulmak üzere yola çıkıyor ve buluyoruz da 🙂

Sırada yine hepimizin fotoğraflardan tanıdığı Dans Eden Evler var. Yol üzerinde yine Prag’ın muhteşem evlerini beğenerek nehir boyu yürüyoruz. Nazım’ın en sevdiği Cafe Slavia’ya kahveye oturup bir tatlı yiyor ve bir başka hayal kırıklığına doğru yola çıkıyoruz. Dans Eden evler o kadar çirkin ki!!! Bir kere üzerinde koskocaman reklam var kiralamak için. Ve fotoğraflarda kesinlikle olduğundan çok ama çok daha güzel çıkıyor. Görmeseniz de olur kesinlikle!!!

Ikinci günümüzü ve haliyle Prag turumuzu Klementinum’daki Aynalı Şapelde verilen inanılmaz güzel bir konserle tamamlıyoruz. Şapel konsere gitmeseniz de ziyaret etmeniz gereken yerlerden. Ama Mozart’ı yıllar sonra yine kendisinin çaldığı kilise orgundan dinlemek inanılmaz bir keyif. Büyülü birkaç saat geçirdik burada. Konser tarihleri çok önceden açıklanıyor o yüzden seyahatinizi planlarken mutlaka bir bakın. Ayrıntılı bilgi için tık tık.

Ve bu büyülü akşamı birer kokteyl içerek noktalamak istiyor, yakındaki Hemingway Bar’a gidiyoruz. Belki de hayatımızda içtiğimiz en güzel kokteylleri içiyoruz burada. Haliyle hemen ayrılamıyoruz.  Gece yarısını biraz geçe otelimize Charles Köprüsü’nden yağmur altında geçiyoruz. Köprü bomboş ve çok güzel. Hasta olmama sebep olacak bu keyifli 15 dakikaya kesinlikle değdi!

Üçüncü gün:  Gezmek istediğimiz her yeri ilk iki günde yoğun bir tempoda gezdiğimiz için son günü sadece kafelerde oturup manzara seyrederek ve kaleye yeniden giderek geçiriyoruz. Önce Strahov Manastırı’na gitmek için fenikülere biniyor, Petrin kulesini görüyoruz. Yani anlayacağınız son gün sırf keyif. Bir de kale’ye giderken çok güzel bir dükkan bulduk. From Prag with Love. Buraya da bir uğrayın derim.

Prag gerçekten tadı damağınızda kalan şehirlerden. Bol bol gitmelik! Bir sonraki seferimizin Noel zamanı olması dileğiyle…